T.C. Mİllî Eğİtİm BakanlIğI
DİYARBAKIR / SUR - Şehit Hava Pilot Oğuz Yenen İmam Hatip Ortaokulu

Kişisel Rehberlik

Psikolojik Öyküler

PSİKOLOJİK ÖYKÜLER:

Sevgili Öğrenciler; Eşsiz mesajları olan ve  bizi derin düşüncelere götüren bu öykülerden çok memnun kalacağınızı umuyorum,

Çatlak Kova

Hindistan’da bir sucu, boynuna astığı uzun bir sopanın uçlarına taktığı iki büyük kovayla su taşırmış. Kovalardan biri çatlakmış. Sağlam olan kova her seferinde ırmaktan patronun evine ulaşan uzun yolu dolu olarak tamamlarken, çatlak kova içine konan suyun sadece yarısını eve ulaştırabilirmiş . Bu durum iki yıl boyunca her gün böyle devam etmiş. Sucu her seferinde patronunun evine sadece 1,5 kova su götürebilirmiş. Sağlam kova başarısından gurur duyarken, zavallı çatlak kova görevinin sadece yarısını yerine getiriyor olmaktan dolayı utanç duyuyormuş. İki yılın sonunda bir gün çatlak kova ırmağın kıyısında sucuya seslenmiş. “Kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum.”
“Neden?…” diye sormuş sucu.
“Niye utanç duyuyorsun?…” Kova cevap vermiş. “Çünkü iki yıldır çatlağımdan su sızdırdığım için taşıma görevimin sadece yarısını yerine getirebiliyorum. Benim kusurumdan dolayı sen bu kadar çalışmana rağmen, emeklerinin tam karşılığını alamıyorsun.” Sucu şöyle demiş.
“Patronun evine dönerken yolun kenarındaki çiçekleri fark etmeni istiyorum.” Gerçekten de tepeyi tırmanırken çatlak kova patikanın bir yanındaki yabani çiçekleri ısıtan güneşi görmüş. Fakat yolun sonunda yine suyunun yarısını kaybettiği için kendini kötü hissetmiş ve yine sucudan özür dilemiş. Sucu kovaya sormuş.”Yolun sadece senin tarafında çiçekler olduğunu ve diğer kovanın tarafında hiç çiçek olmadığını farkettin mi?… Bunun sebebi benim senin kusurunu bilmem ve ondan yararlanmamdır. Yolun senin tarafına çiçek tohumları ektim ve her gün biz ırmaktan dönerken sen onları suladın. İki yıldır ben bu güzel
çiçekleri toplayıp onlarla patronumun sofrasını süsleyebildim. Sen böyle olmasaydın, o evinde bu güzellikleri yaşayamayacaktı.”
Farkında mısınız hepimiz aslında çatlak kovalarız. Tanrı’nın büyük planında hiçbir şey ziyan edilmez. Kusurlarınızdan korkmayın. Onları sahiplenin. Kusurlarınızda gerçek gücünüzü bulduğunuzu bilirseniz eğer, siz de güzelliklere sebep olabilirsiniz.

Sevgili  DOSTLAR
Siz hangisi olmak isterdiniz………

***

Öldüren Nedenler
Ülkenin birinde ömür boyu hapis cezasına çarptırılan bir mahkum yıllarca uğraşıp bir tünel kazmayı başarır. Fakat kaçmayı başardıktan hemen sonra cezaevi görevlileri tarafından tünel farkedilir ve kaçan mahkum ile polis arasında amansız bir takip başlar. Tekrar cezaevine döndüğünde bir daha asla çıkamayacağının farkında olan mahkum tüm gücü ile kaçar. Ama polis onu yakalamak üzeredir. Kaçarken bir tren istasyonuna ulaşan mahkum, gördüğü ilk trenin vagonuna atlar ve hemen arkasından polis trene ulaşamadan tren hareket eder, vagonların kapıları kapanır. Bu tren yolculuğu boyunca hiç durmayacak olan bir express yük trenidir. Tren hareket ettikten sonra mahkum içerisinde bulunduğu vagonun bir derin dondurucu vagonu olduğunu anlar. Ve bu yolculuktan sağ çıkmasının da mümkün olmadığının farkındadır.
Tren durupta kapıları açılınca kaçan mahkum girdiği vagonda ölü bulunur.
Etrafta intihar edebilecek hiç bir malzeme yoktur. Hatta vagonun derin dondurucusu bile çalışmamaktadır!!!???

***

Ölümsüz kırmızı güller
Kan rengi, kırmızı güllere bayılırdı. Zaten onlarla adaştı da. Rose, Gül… Kocasının sevgili Rose’u. Her yıl Sevgililer Günü’nü kapının önünde bulunduğu enfes fiyonklarla süslü kucak dolusu kırmızı güllerle kutlardı. Hiç aksatmadan. Hatta eşini kaybettiği yıl dahi kapısı çalınmış, gülleri kucağına bırakılmıştı. Tıpkı geçmişte olduğu gibi, küçük bir kartla birlikte. Her yıl güllere iliştirdiği karta aynı cümleleri yazardı: “Seni geçen sene bugünkünden daha çok seviyorum…” Birden bunların son gülleri olduğunu düşündü. Önceden ısmarlamış olmalıydı. Öleceğini nasıl bilebilirdi?. Zaten her şeyi önceden planlamayı ve yapmayı severdi. Yumurta kapıya gelmeden.
Gülleri özenle içeri taşıdı. Saplarını kesti, vazoya yerleştirdi. Vazoyu da konsolun üzerine, eşinin kendisine gülümseyen fotoğrafının yanına koydu. Orada kocasının koltuğunda oturup saatlerce gülleri seyretti. Sessizce…
Bitmek bilmeyen bir yıl geçti. Yapayalnız ve hüzün dolu bir yıl. Sonra bir sabah kapı çalındı. Tıpkı eski günlerde olduğu gibi. Kırmızı gülleri, üzerinde küçük kartıyla birlikte eşikteydi. Sevgililer Günü’nü kutluyordu. Gülleri içeri aldı. Şaşkınlık içinde doğru telefona gitti. Çiçekçi dükkanını aradı. Onu bu kadar üzmeye kimin hakkı vardı? “Biliyorum” dedi çiçekçi. “Eşinizi geçen yıl kaybettiniz. Telefon edeceğinizi de biliyordum. Bugün size yolladığım gülleri çok önceden ısmarlamış, parasını da ödemişti. Hep öyle yapardı zaten. Hiç şansa bırakmazdı. Dosyamda talimat var. Bu çiçekleri size her yıl yollayacağım. Bir de özel kart vardı, kendi el yazısıyla. Bilmeniz gerekir diye düşünüyorum. Ölümünden sonra çiçeklere iliştirmemi istediği kart.”
Rose hıçkırıklar arasında teşekkür ederek telefonu kapadı. Parmakları titreyerek zarfı açtı. “Merhaba sevgilim” diye başlıyordu kart.
“Bir yıldır ayrıyız. Umarım senin için zor olmamıştır. Yalnızlığını ve acılarını hissedebiliyorum. Giden sen, kalan ben olsaydım neler çekerdim kim bilir? Sevgi paylaşıldığında yaşamın tadına doyum olmuyor. Seni kelimelerle anlatılamayacak kadar çok sevdim. Harika bir eştin. Dostum, sevgilim benim. Sadece bir yıldır ayrıyız. Kendini bırakma. Ağlarken bile mutlu olmanı istiyorum. Onun için bundan sonraki yıllarda güller hep kapımızda olacak. Onları kucağına aldığında paylaştığımız mutluluğu ve sevgimizi düşün. Seni hep sevdim. Her zaman da seveceğim. Ama sen yaşamalısın. Devam etmelisin. Lütfen… Mutluluğu yeniden yakalamaya çalış. Kolay değil, biliyorum ama bir yolunu bulacağına eminim. Güller, senin kapıyı açmadığın güne dek gelmeye devam edecek. O gün çiçekçi beş ayrı zamanda gelip kapıyı çalacak, eve dönüp dönmediğini kontrol edecek. Beşinciden sonra emin olarak gülleri ona verdiğim yeni adrese getirip, seninle yeniden ve ebediyen kavuştuğumuz yere bırakacak…”

***

Araba Hırsızları
Suç örgütleri Türkiye’nin belki en çok kazanan kurumları (!) olabilir, ama hiç birinin Kolombiya’dakiler kadar gelişmiş yöntemler kullandigini sanmıyoruz.
İşi dolayısıyla Kolombiya’nin başkenti Bogota’da yaşayan bir amerikalı, bir sabah uyandığında 60 bin dolar değerindeki gıcır gıcır Mercedes’inin  yerinde olmadığını görür. Polise yaptığı başvurular, gazeteye verdiği  ilanlar sonuçsuz kalır. Allah’tan arabası sigortalıdır. Hemen gerekli işlemleri yapmak için sigorta şirketine başvurur. Bu sırada bir telefon gelir.Telefondaki ses, 10 bin dolarlık fidye karşılığında arabasını geri vermeyi önermektedir. Öykümüzün Amerikalı kahramanı, sigorta şirketinin tavsiyesiyle parayı öder ve aracını hırsızların söylediği yerde sapasağlam bulur. Telefon ertesi gün yine çalar ve hırsızlar, “parayı hemen ödediği için, arabasının bir yıl boyunca hırsızliğa karşı sigortalandığını” söylerler. Ancak bir hafta sonra kahramanımızin Mercedes’i yine çalınır. Ertesi gün aynı hırsızlar telefon edip 10 bin dolar fidye isteyince Amerikalı dostumuz, “bu yaptığınız çok ayıp!” diyerek hırsızları protesto eder:
“Geçen hafta da aracımı çaldınız ve ben fidyeyi ödeyince bir yıl boyunca  dokunmayacağınızı söylediniz!” Bunun üzerine telefondaki ses böyle bir sey olmayacağını belirterek, “yine de her ihtimale karşi” kontrol etmeye karar  verir. Ahizeden bilgisayar tuşlarına basıldığı duyulmaktadır. Araştırmasını tamamlayan oto hırsızı, binlerce kez özür dileyerek, bir yanlışlık olduğunu kabul eder ve kurbanına arabasını nerede bulabileceğini söyler.  Amerikalı dostumuz arabasını almaya gittiğinde ön koltuğun üzerinde yapılan yanlışlıktan ötürü özür dileyen bir kartı eşliğinde bir şişe şampanya bulur.

***

İnsanlık dersi
Aşağıdaki olayı ünlü italyan sinema sanatçısı Vittorio de Sica bir TV röportajında anlatmış:
İtalya’ da Napoli’ nin kenar mahallelerinden birinde, bir Cafe-Bar da, espressolarımızı içiyoruz.İçeri giren müşterilerden biri, barmene “due caffee, uno sospeso” (iki kahve, biri askıda) diyor, iki kahve parası veriyor, bir kahve içip gidiyor, barmen de tezgahın üzerinde asılı duran çiviye bir küçük kağıt asıyor.
Biraz sonra iki kişi içeri giriyor: “due caffee e un sospeso” (iki kahve ve bir askıda) diyorlar, üç kahve parası verip, iki kahve içip gidiyorlar, barmen gene bir küçük kağıt daha asıyor tezgahın üstündeki çiviye…
Bunun gün boyu böyle sürdüğü anlaşılıyor.
Derken üstü başı biraz eski, püskü, belli ki fakir biri bardan içeri girdi, barmene “un caffee sospeso” (askıdan bir kahve) dedi, ve barmenin hazırladığı kahveyi içip, para ödemeden çıkıp gitti. Barmen de tezgahın üzerine asmış olduğu kağıtlardan bir tanesini aşağı indiriverdi…
Gözünü sevdiğim Akdeniz Kültürü, hayatta hiç tanımadığı bir  adama bile içecek ısmarlayacak kadar gönlü zengin insanlar..
Bizde böyle bir adamı Cafe-Bar ‘dan içeri dahi almazlar.İşte insanlık ve yardımlaşma….

***

Ders
Birgün sormuşlar ermişlerden birine:
– Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?
Bakın göstereyim demiş, ermiş. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış.Hepsi oturmuşlar yerlerine.Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da “derviş kaşıkları” denilen bir metre boyunda kaşıklar. Ermiş “bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz” diye bir de şart koymuş.” Peki demişler” ve içmeye teşebbüs etmişler.Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan. Bunun üzerine “şimdi” demiş ermiş, “sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe”.Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. “Buyrun” deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan işte demiş ermiş,
‘kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse,o ac kalacaktır ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz ve şunu da unutmayın, gerçek pazarında alan değil, veren kazanctadır daima.”

***

Gaza gelmek
Greater Idaho Falls Bilim Fuarı’nda , bir lise öğrencisi, yöre insanlarını hazırladığı Projeyi imzalamaya davet etti. Delikanlı ,”dihydrogen monokside” adlı maddenin kullanımının tümüyle yasaklanmasını, mümkün olmadığı taktirde çok sıkı kontrolunu istiyordu.
Maddenin zararlarını, duvarlara astığı afişle açıklıyordu:
1-Yoğun terlemelere ve kusmalara sebep olabilir.
2- Doğaya büyük zararlar veren asit yağmurlarının ana unsurudur.
3- Gaz haline geçmiş hali, çok ciddi yanıklara sebep olabilir.
4- Kazara solunması ciğerlere dolması ölüme yol açar.
5-Erozyona yol açar.
6- Otomobil frenlerinin etkinliğini azaltır.
7-Ölümcül kanser tümörlerinin hepsinin içinde bulunmuştur.
Bir saat içinde tam 50 bilim fuarı meraklısı insan delikanlının kampanya açtığı standı ziyaret etti. 43 kişi, yasaklama isteğini şiddetle desteklediler. 6 kişi kararsız kaldı.
Sadece bir kişi yasaklanması istenen “dihydrogenmonokside” in H2O ,yani hayatın can damarı “Su” olduğunu söyledi.
Delikanlının bu projesi “Ne kadar kolay aldatılabiliyoruz” yarışmasının birincisi ilan edildi…!
Delikanlı “Amacım, kolayca saptırılmış, saçma bilimsel cümleciklerle insanların nasıl yanlış koşullandırılabildiklerini göstermek istedim” dedi.

***

Sınav
4 öğrenci sabahleyin uyanamamışlar ve de matematik finalini kaçırmışlar, ertesi gün hocalarına gitmisler, zar zor ikna etmişler, arabaya bindik yolda lastik patladı o yüzden kaçırdık demişler.
Neyse demiş hoca 3 gün sonra gelin sizin 4’ünüze sınav yapacağım……..
3 gün sonra bu 4 öğrenci sınav olmak için gelir, matematik hocası bu 4’unu sınıfın köşelerine birbirlerine en uzak olacak şekilde oturtmuş.
Finali gecmek için de en az 50 almak gerekiyor.
Hoca 5 tane soru  sormuş ve sayfanın önünde ki 4 tane matematik sorusu basit sorularmış. Ve her biri 10 puanlıkmış.
Ancak, kağıdın arkasındaki soru ise tam 60 puanlıktır ve de soru aynen şoyledir:
“Arabanın hangi lastiği patladı ??”

***

Kara Yılan
Karayılanlar halkla pek bir içiçe yaşamayı seven(!) ve genelde zararsız olup çok akıllı ve kindar bir yılan türüymüş.
Bir ailenin bahçeli bir evi varmış ve bu evin bahçesinde de bir yılan ailesi yaşamaktaymış.
Her neyse, bir gün ana karayılan yavrularını evin gizli bir köşesindeki yuvasına bırakıp avlanmaya çıkmış. Yavrular ise sıcak güneşin çağrısına uyup evin bahçesine çıkmışlar. Karayılan yuvaya dönüp yavrularını göremeyince kızıp masanın üzerindeki süt dolu tencereye zehirini akıtmış… Sonra bir bakmış ki yavru karayılanlar dışarıda…
Derhal vicdan azabına kapılıp geri dönmüş ve tencereyi devirmiş…
İşte böyle bir hikaye…Ne derece gerçek bilmiyoruz ama biz de yazdık.

***

Çiçekler ve takdir
Bennet Cerf, güneyin sapa yollarından birinde yol alan bir otobüste geçen dokunaklı bir hikâyeyi aktarmaktadır.
Otobüste elinde bir demet çiçekle yaşlı bir adam oturmaktadır.Karşısında oturan genç kızın gözleri yaşlı adamın çiçeklerine takılmaktatır. Yaşlı adamın otobüsten inme zamanı gelir. Birdenbire çiçekleri kızın kucağına bırakıverir. “Çiçekleri sevdiğinizi anladım.” der. “Karım da size vermemi onaylardı. Ona bu demeti çiçekleri seven birine verdiğimi söyleyeceğim.” Kız çiçekleri kabul eder. Daha sonra otobüsten inip mezarlığa doğru ilerleyen yaşlı adamı gözleriyle takip eder.

Joe Batten

***

Sevgi emek ister
Küçücük gezegeninde açan tek bir güle bir anda kaptırıvermişti gönlünü , oysa daha önceleri iki sönmüş yanardağ, bir ağaç ve yaban otlarından başka  hiçbirşeyi yoktu… Dedim ya küçük bir gezegendi orası, eşşizliğini biliyordu gül, havalıydı kendini beğenmişti ama güzeldi…Günlerce bizimki bir dediğini  iki etmedi gülün ama gül onu hep kırdı sonunda dayanamayan ufaklık başka
gezegenlere doğru yol aldı…
Milyonlarca gezegen gezerken sonunda dünyaya ayak bastı. baştan başa gül açmış bir bahçeye indi..
Kimsiniz diye sordu onlara
Gülleriz dedi güller…
Ya dedi … Küçük prens ve kendini çok mutsuz hissetti. Çiçeği, kendi türünün evrende bir eşi daha bulunmadığını söylemişti ama işte bin tanesi biraradaydı,  çok yıkıldı ve ağlamaya başladı.
O sırada tilki çıkageldi konuşmaya başladılar, oyna benimle dedi ufaklık çok yalnızım… Evcilleştirmeden olmaz dedi tilki
-Evcilleştirmek ne demek?
-Bağlar kurmak anlamında dedi tilki
-Nasıl?
-Sözgelimi sen benim için hala yüzbin çoçuktan birisin. Sana ihtiyacımda yok. Seninde bana ihtiyacın yok. Bende senin için yüzbin tilkiden biriyim. ama beni evcilleştirirsen, birbirimize ihtiyacımız olacak. benim için dünyada birtek sen varsındır artık.
-Bir çiçek vardı sanırım beni evcilleştirmişti…
-Hadi sende beni evcilleştir dedi tilki. Tekdüzedir hayatım. Ben tavukları avlarım. Bütün tavuklar birbirine benzer bütün insanlarda birbirine benzer. Doğrusu azıcık sıkılıyorum.  Ama sen beni evcilleştirirsen, hayatım tepeden tırnağa ışıkla donanacak. öbürlerinden ayırt edebileceğim bir
ayak sesi olacak artık. Öbür ayak seslerini duydum mu inime kaçarım. Seninkini duyunca, tatlı bir ezginin büyüsüne kapılmış gibi, inimden çıkacağım. sonra bak! Buğday tarlalarını görüyor musun, orada işte? Ben ekmek yemem.  Benim için buğday yararsızdır. Hiçbirşeyi çağrıştırmaz bana buğday tarlaları. Çok acı bu! Ama altın alacasında saçların var senin. Beni evcilleştirdiğinde olağanüstü bir şey olacak! Altınla yaldızlanmış buğday bana seni anımsatacak… Başaklardan gelen yel hışırtısını sevebileceğim…. Yalvarırım evcilleştir beni…
-İsterim ama çok zamanim yok, dostlar edinmeliyim bir çok şey öğrenmeliyim.
-Bir tek evcilleştirdiğin şeyleri öğrenebilirsin. insanların başka şey öğrenmeye vakitleri yok artık. herşeyi hazır alıyorlar satıcılardan. Satıcılar satmadığından, dostlarıda yok artık insanların. ..Bir dostunun olmasını istiyorsan evcilleştir beni…
-Ne yapmak gerekli ?
-Çok sabır , sadece sana bakacağım, hiçbir şey söylemeyeceksin. Sözcükler yanlış anlamanın kaynağıdır…  Her gün aynı saatte gelsen daha iyi olacak dedi tilki sözgelimi öğleden sonra dört sularında gelirsen, ben daha üç sularında mutlu olmaya başlarım. saat ilerledikçe mutluluğum daha bir çoğalacak. Dört olduğunda yüreğim çarpacak, yerimde duramaz olacağım; sonunda mutluluğum
ödüllenicek.  ama öyle aklına estiğinde gelirsen,  sana hangi saatte gönlümü hazırlayacagımı birtürlü bilemem
—–Sonunda küçük prens tilkiyi evcilleştirdi ayrılık vakti gelinceyse tilki ağladı, üzüldü küçük prens dedi öyleyse hiçbirşey veremedim sana
-Veremez olur musun buğdayların alacasını unutma…. Sonra ekledi git bir daha bak güllere, seninkinin yeryüzünde eşşiz olduğunu anlayacaksın. Sonra gel kucaklaşalım sana bir sır armağan edeceğim…
Gitti bakti küçük prens
-Benim gülüme hiç benzemiyorsunuz, daha tek bir özelliğiniz yok… Güzelsiniz ama boşşunuz… Sizin için can verilmez. Herhangi bir yolcu benim gülümü görecek olsa,  size benziyor sanır. Ama o tek başına, hepinizden daha değerli.  Cam kavonozun altına ben koyduğuma göre. Ben paravanayla örttüğüme göre. Ben öldürdüğüme göre onu saran tırtılları. Yakındığında, kendini övdüğünde, ya da
kimi zaman susup konuşmadığında hep ben dinlediğime göre. Benim gülüm olduğuna göre…
Ve tilkinin yanına sırrı almak üzere döndü ufaklık
-HIC UNUTMA DEDI TİLKİ ANCAK YÜREKLE BAKILDIGI ZAMAN DOĞRU GÖRÜLEBİLİR. GERÇEĞIN MAYASI GÖZLE GÖRÜLMEZ… GÜLÜNÜ YÜCE KILAN ONA VERDİĞİN  EMEKTIR…….
İnsanlar bu gerçeği unuttular ama sen unutmamalısın. Ölünceye dek sorumlusun gönül bağı kurduğun herşeyden. Sen sorumlusun gülünden… Ve kucaklaşırlar.

Antonio Saint Exupery,  “Küçük Prens”

***

Loto
Avustralya’da devlete ait bir şirketin müdürlüğünü yapan bir adama yanında çalışanların küçük bir şakası çok pahalıya mal olmuş.Yılbaşı dolayısı ile şirket çalışanları ve aileleri için tertip edilen bir eğlencede müdür masa üzerinde cüzdanını bırakıp tuvalete gitmiş.
Adamın cüzdanını karıştırıp loto biletini bulan yardımcısı biletteki numaraları bir yere kayıt etmiş ve gidip garson kız ile bir şeyler konuşmuş.
Adam tuvaletten döndükten biraz sonra garson kız salonun ortasına gelip “Yilbaşı lotosu biraz önce çekildi, bir kişi altı bildi, tam 15 milyon dolar kazandı, size kazanan numaraları okuyorum..” deyip adamın numaralarını okumuş.
Müdür cüzdanından biletini çıkartmış, numaraları kontrol etmiş bir sararmış, bir kızarmış. Garson kızı çağırıp numaraları bir daha öğrenmiş, biletini bir daha kontrol etmiş. Bir kadeh viskiyi dibine kadar içtikten sonra ayağa kalkmış ve şöyle demiş:
“Sizlere kısa bir açıklamam var, senelerden beri çalıştığım bu şirketten ve sizlerden nefret ediyorum. Karımı ve çocuklarımı da hiç sevmiyorum, altı aydan beri sekreterim ile sevişmekteyim. Artık hepinizin canı cehenneme, ben sekreterimi alıp Amerika’ya gidiyorum, çünkü lotodan tam 15 milyon dolar kazandım!”
Hakiki bir hikayenin, bir meslek hayatının ve bir  evliliğin sonu…..

***

Kuş Yemi
ABD’de Massachusetts Institute of Technology’de okuyan bir öğrencinin tanık olduğu bu öykü, bir tez calışmasının nelere yol açacağını göstermesi açısından ilginç bir örnek oluşturuyor: Bir lisansüstü öğrencisi bir yaz mevsimi süresince her gün üzerine siyah-beyaz çizgili bir tişort giyerek Harvard futbol sahasına gider. 15 dakika boyunca  sahayı bir baştan diğer uca yürüyerek yerlere kuş yemi serper. Bu arada cebinden bir hakem düdüğü çıkartıp öttürür. Yağmur, çamur demeden her gün aynı saatte aynı hareketleri törensel bir ciddiyetle yapar. Derken sonbahar gelir, futbol mevsimi başlar. Harvard futbol takımının   ilk maçı oynanacaktır. Siyah-beyaz tişortlu hakem başlama düdüğünü çalar ve o anda olanlar olur. Yüzlerce kuş sahaya hücum eder ve doğal olarak maç ertelenir. Bu arada öğrenci tezini vermiş ve mezun olmuştur.

***

Hercai
Çok uzun yıllar önce iki kır çiçeği birbirlerine asık olurlar, her bahar diğer çiçekler gibi onlarda açıp güneşe merhaba derler. Fakat bir bahar başlangıcı bu çiçeklerden biri diğerine;
“ biz diğer çiçekler gibi bu bahar açmayalım kışın ortasında herkesın soğuktan kaçtığı karlı günlerde açalım ki bütün doğa bize ait olsun” der. Ve ikisi de o bahar açmamaya karar verirler.
Biri açmak için kışın gelmesiniı ve karın yağmasını beklerken, diğeri o yaz açar. O gün bugündür karda açan ve sevgilisini bekleyen çiçeğe kardelen, sevgilisini yarı yolda bırakan çiçeğe de hercai denilir.

***

Arkadaşlık
Vietnam’da savastiktan sonra sonunda evine donmekte olan bir asker hakkinda bir hikaye anlatilir. “San Francisco’dan ailesini aradyAnne baba, eve donuyorum, ama sizden bisey rica ediyorum. Yanimda bir arkadasimida getirmek istiyorum.” “Memnuniyetle, onunla tanismak isteriz,” diye cevapladiar. “Ogullari, “Bilmeniz gereken bisey var” diye devam etti. “Arkadasim savasta agir yaralandi. Bir mayina basti ve bir koluyla ayagini kaybetti. Gidecek hicbir yeri yok, ve onun gelip bizimle kalmasini istiyorum.” “Bunu duyduguma uzuldum oglum. Belki onun baska bir yer bulmasina yardimci olabiliriz.” “Hayir. Anne, baba, onun bizimle yasamasini istiyorum.” “Oglum,”dedi babasi, “bizden ne istedigini bilmiyorsun. Onun gibi ozurlu biri bize korkunc bir yuk olur. Bizim kendi hayatimiz var, ve bunun gibi birseyin hayatimiza engel olmasina izin veremeyiz. Bence bu arkadasin unutup eve donmelisin. O kendi basinin caresine bakacaktir.” Oglu oandatelefonu kapatti. Ailesi ondan bir sure haber alamadi. Ama birkac gun sonra, San
Francisco polisinden bir telefon geldi. Ogullarinin yuksek bir binadan dusup oldugunu ogrendiler. Polis bunun intihar olduguna inaniyordu. Uzuntu dolu anne-baba hemen San Francisco’ya uctular ve ogullarinin cesedini tesbit etmekicinsehir morguna goturulduler. Onu tanidilar, ve bilmedikleri birseydaha ogrenince dehsete dustuler: Ogullarinin sadece bir kolu ve bir bacagi vardi. Bu hikayedeki aile de bircogumuz gibi. Guzel olan yada birlikte olmaktan zevk aldigimiz insanlari sevmek bizim icin cok kolay, amabize rahatsizlik veren yada yanlarinda kendimizi rahatsiz hissettigimiz insanlari sevmiyoruz. Bizim kadar saglikli, guzel yada akilliolmayan insanlarin yanindan uzak durmayi tercih ediyoruz. Neyse ki, bize bu sekilde davranmayan biri var. Biz ne kadar bozulmus olursak olalim, bizisonsuz ailesinin yanina cagiran sartsiz sevgiyle seven biri. Bu gece,uyumadan once, insanlari oldugu gibi kabul edebilmemiz ve bizden farkliolanlara karsi daha anlayisli olabilmemiz icin gereken gucu vermesi icin
Allah’a kisa bir dua edelim. Kalbimizde Arkadaslik adinda bir mucize var. Nasiloldugunu veya nasil basladigini anlamazsiniz. Ama bu ozel armagani bilirsinizve Arkadasligin Tanri’nin en buyuk armagani oldugunu anlarsiniz.Gercekten de arkadaslar cok nadide mucevherlerdir. Sizi gulumsetip basarmanizicin cesaret verirler. Sizi dinlerler ve kalplerini size acmak isterler.

Paylaş Facebook  Paylaş twitter  Paylaş google  Paylaş linkedin
Yayın: 26.10.2018 - Güncelleme: 26.10.2018 20:16 - Görüntülenme: 277
Kaynak: kişisel gelişim örnek öyküler
  Beğen | 0  kişi beğendi